YOLLAR-24
- 17 Ağu 2022
- 3 dakikada okunur
GÜNEŞİN AĞAÇ DALLARININ UCUNDA KONUŞMASI
Yollar uzar gider, uyku tutmaz bütün gece, insan bazen de “aradığım nedir?” diye yollara sorar. Akşam akşam yollarda aradığı bulunur mu? Sorular ardı sıra böyle sıralanır.
Bazen insan yakıştıramaz, solan güle, kuruyan yaprağa, bakışında her şey susar, içinde bir boşluk çığlık atar.
Bir arkadaşım, facebook sayfasında paylaşarak ağaçların yaşam yıllarını sıralamış. Kayın, çınar, meşe, ıhlamur, köknar ve çam uzun ömürlü ağaçlarmış, bin yıla kadar yaşarlarmış. Yazının sonunda da “Orman yakan da ağaçların geleceğini çalan da katildir.” Diye not düşmüş.
Bir öğrencimiz de Simone de Beauvoir’in “Canımı yakanlardan intikam almayı, düşünmedim hiç, hayat benden daha yaratıcı” diye bu sözünü paylaşmış.
Bu yazı dizimde, hep yollardan, yola düşenlerden kendimce anlatıp durdum. Her gün doğan gün, hepimizi aynı mı ısıtır? Bu dönen dünya, mevsimler hep böyle midir? Fakat hepimizde yollar farklıdır. Çark nasıl döner kim bilir? Bazen yollara düşünce, kendi kendime bu soruyu da sorarım. O zaman da bir acı bir yerlerden gelip, yüreğimin ucuna sessizce konar.
Hani ateş düştüğü yeri yakar derler ya… Onun gibi bir şey. Acıyı da çeken bilir. Kapıdan bir çıkmaya gör, yolda biri ile bir konuş da içini döksün sana, bazen acısı sığmaz yola, anızı tüter durur. İşte bundan hepimizin bir öyküsü vardır. Öykümüz yolda uğuldar, fakat kimse fark etmez, duymaz. Yaşam böyledir işte devam eder gider.
Belki; Yazmak bunun neresinde diye sorarsınız? Yollara düşen her zaman düşünür, gece gündüz demez, önüne geçmiş serilir. Pişmanlıkları sarkar, geride içinde kalan acılar zonklar.
Sonra her günün akşamında bunları yazmak gelir aklına. Fakat yazmak da zordur, sancılıdır, hemen doğmaz yazacakların. Sonunda anlarsın yazmak da bir ihtiyaçtır, insanı rahatlatır. İçi boşalır, her doğan güne, yollara umut taşır.
İnsan yaşamında, kayıplar, bıraktıklarında boşluklar, bakışında acılar ve vazgeçtikleri insanın omzuna dokunur. Belki bunlar insanı yazmağa sürekler.
Feridun Andaç “Okuyarak neyi yazmayacağınızı/yazamayacağınızı öğrenirsiniz” der ve “Okumak yazmayı öğretmez, tam tersi düşünmeyi öğretir. Düşünme olmadan yazmak olmaz.” Diye ilave eder. (1)
Yazma konusunda hepimizin düşünceleri ve söyleyecekleri vardır. Her insan yazmalıdır. Başkası ne der? Diye düşünmemelidir. Yazdıkları ile güne tanıklık yapmalıdır. Bir gün bu dünyadan göç edeceğiz, yani ayrılacağız. İşte kayıp olmamak için insan yazmalıdır.
Ancak bu yazdıklarınız sizi kalanlarınızda anlatır, yazılarımız izimizdir, eğer yazdıklarımızı okuyan olursa, bu dünyada bir zaman yaşadığımız anlaşılır.
Mehmet Fuat da yazmaya farklı bir bakış açısı getirir ve “Bizim okullarımızda düşüncelerini yazmak öğretilmiyor…Yazmayı yalnızca düşünceleri kalıcı kılmak için bir araç olarak görmek yanlış.” Der. “Düşünce yazarak gelişir, denetlenir, tartışılır, değişik açılardan ele alınır, aydınlanır. Hele yazıldıktan sonra dinlendirilip, yeniden okunan bir yazı özeleştiri konusudur.” Diye ilave eder.
Yazısının sonunda ise “Bir okulum olsaydı çocuklarıma her şeyden önce düşüncelerini yazmayı öğretirdim” Diye bu konudaki düşüncelerini belirtir. (2)
Güneşin doğuşunu, akşam batışını, gece ve gündüzün ağaç dallarının ucunda konuşmasını ve doğanın güzelliklerini görünce insan mutlu olur. Fakat bazen de insan çocukluğunun, gençliğinin yok olduğunu ve bir gün bu yaşamın da ölümle sona ereceğini düşününce üzülür. İnsan ölümü düşünüp yaşamdan kopmamalıdır. Yaşamı boyunca hep mutlu olmayı ve üretmeyi düşünmelidir.
Nazım Hikmet “Yaşamaya Dair” şiirinde;
“Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, /hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,”…“Yani, nasıl ve nerde olursak olalım/hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak.” Diye bu durumu daha farklı dizelere dökmüş.
Belki o zaman insan bu dünyadan mutlu ayrılır, her gün dünya daha güzel olur, daha yaşanır hale gelir.
Hasan OKURSOY 17 Ağustos 2021 Mordoğan
Kaynak; 1-Feridun Andaç, Yazmak bir hastalık mıdır? 25 Temmuz 2017 Edebiyathaer.net 2-Mehmet Fuat, Şairin Eleştirmeni Kendisidir, Duyumsanmayan Karanlık, YKB Yayınları, 1.baskı; İstanbul, Nisan 1998. s. (222-223).
Not; Resim, Mustafa Pala'nın bloğundan alınmıştır.
