SIDIKA AVAR ve DAĞ ÇİÇEKLERİM
- 21 Eyl 2022
- 4 dakikada okunur
1901 Yılında İstanbul Cihangirde doğmuş. 12 Yaşında anne ve babasını yitiren Sıdıka Avar ve kız kardeşine teyzeleri bakmış. Daha sonra Çapa Öğretmen Okuluna gitmiş ve okulu 1922 yılında bitirmiş.
Eşi Bahattin Bey ile evliliğinden bir kızı olmuş. İzmir’de çalışmış, akşamları mahkûmlara ders verirken, bir yandan da Salepçioğlu camisinde işçi çocuklarına el sanatları öğretmiş.
1937 yılında eşinden ayrılmış. Gazi Eğitim Enstitüsü edebiyat bölümüne girmiş ve mezun olunca Bolu Kız Enstitüsünde kısa süre öğretmenlikten sonra Elazığ Kız Enstitüsüne öğretmen olarak atanmış.
1934-1954 yıllara arasında çalıştığı Elazığ kız Enstitüsüne Tunceli, Bingöl ve Elazığ köylerinde at sırtında dolaşıp, kız öğrencileri toplayarak okuluna kayıt etmiş ve onları yetiştirmiş. Anılarını yazdığı “Dağ Çiçeklerim” deki eğitim-öğretimdeki efsane yaşamı da böyle başlayarak devam etmiş. (1)
Bu anılarından alıntılar yaparak hem kitabı tanıtmak ve hem de bu adsız kahraman efsane öğretmenimizi anmak istedim. Sıdıka Avar’ın tek kızı Bahu (Avar) Görk’dür. Banu Avar ise Bahattin Beyin ikinci eşinden olan yazar Banu Avar’dır.
Bahu (Avar) Görk’ün kitabın önsözünde bahsettiği gibi “Kırık dökük cümleciklerle not ettiği anıları, kendisiyle birlikte ilk müsvedde olarak daktiloya geçirdiklerini” yazar. O günlerden beri her okuduğumda, yıllar öncesinin inanç, umut dolu çalışmalarını, yeniden yaşadığını belirtir “bu yaşanmış gerçeklerin karanlığa gömülmemesi için ölümünden 4 yıl sonra Sati Erişen’in de yardımıyla bu anıları okuyuculara ulaştırdıklarını” anlatır. Kitabın ilk basımı 1986 yılında Öğretmen Yayınlarında çıkmış.
Sıdıka Avar, kendi makinası ile çekmiş olduğu resimleri Müsteşar Rüştü Uzel’e göstermiş. Rüştü Bey “doğu köylerine teknik öğretim adına ilk giren müdürsün, bunların hatıralarını da isterim” demiş. 1945 yılından sonra da doküman toplamaya başlamış, okula tayininden itibaren de hatıra defteri tutmuş, köye dönen öğrencilerin mektuplarını saklamış. Bu hatıraları bitiremeden ölmekten korktuğunu söylemiş.
Elazığ’a ilk ataması öğretmen olarak olur, soğuk bir şubat günü, sisin buğunun içinde Bolu Belediye meydanından Elazığ’a otobüsle hareket etmiş. Bu kısa sürede Bolu’da da sevgi çiçekleri bıraktığından ayrılırken kalanlar üzülmüş.
“Artık ağlayabilirim” demiş. (…) Soğuk, zifiri gibi karanlık bir Şubat gecesinin yağmur kırbacı altında Elazığ İstasyonuna varmış. Anıları yeşermeye başlamış.
Enstitüde kendisine, okutması için yatılı birlere 13, ikilere de 12 saat olmak üzere toplam 25 saat Türkçe dersi verilmiş. Müdürleri klasik bir yönetici imiş, mümkün olduğu kadar arkadaşları ile az konuşur, resmi davranırmış.
“22 mevcutlu sınıfta, öğrencilerinin bazıları biraz Türkçe bilirmiş, diğerlerinin Türkçesi birkaç kelime imiş. Yalnız alfabeden bir kaç sayfayı ezberlemişler.” (2)
Okula gelişinin üzerinden bir ay sonra, kırılan musluk yüzünden 2. Sınıf öğrencilerine öğretmen arkadaşları, yarın sabaha kadar yemek yememe cezası vermişler. “Genç çocuklara 24 saat açlık cezası verilir mi?” diye bu duruma karşı çıkmış. Arkadaşları “”Hep affettirin, hep affettirin. Biz hatır diyoruz, onlar da size güvenip yapmadıklarını bırakmıyorlar. Mektebi başımıza yıkacaklar” diye söyleyince, arkadaşlarına “yönetmelikte açlık cezası yoktur” demiş.
Ne söylediyse, ne öğretmen arkadaşlarını ne de müdüre hanımı ikna edememiş. Fakat cezayı veren genç arkadaşını sonunda ikna ederek elini öğrencilere öptürmüş ve aşçıya saklattığı öğle yemeğini etütten sonra öğrencilere yedirmeyi başarmış. (3)
Daha sonra Tokat Enstitü müdürlüğüne atanmış, geceleri kadın hademe ile okulda kalıyormuş. Gündüzleri de ev ev gezerek okula öğrenci kayıt ediyormuş. Fakat Elazığ’da bıraktığı öğrencilerinden yağmur gibi sevgi mektupları almış. Bayramın ikinci günü postacı çantasını boşaltarak “müdire hanım, bu bir çanta dolusu mektup hep sizin” demiş. Tokattaki okulun açılışını yaparak öğretime başlamışlar. Kısa sürede okulu hazırlayıp öğretime açtığından dolayı, hem İnönü’den, hem de Hasan Ali Yücel’den tebrik telgrafları almış.
Haziran başında bu sefer Elazığ Kız Enstitüsü Müdürlüğü’ne tayini çıkmış. Tokat’tan ayrılışı da hazin olmuş, herkes üzülmüş.
Elazığ Valisi ve Paşa, müdire hanımın evlenip rapor almasından rahatsız olduklarından daha önceki çalışmalarından memnun oldukları Sıdıka Hanımın okullarına müdür olarak atanmasını istemişler. 16 Haziran 1943’te Elazığ’daki okuluna bu nedenle yeniden kavuşmuş.
Çok güzel çalışmalar yapmış, her güne genç kızların türkülerini, umutlarını katmış. Okulun karşısındaki Halk evi kapanınca, buranın öğretmen okulu olarak kullanılmasına karar verilmiş. Yeni müdür gelinceye kadar okulun öğretime hazırlanması ve açılması Sıdıka Hanıma bırakılmış. Hatta branşı nedeniyle Halk Evinden kalan zengin kütüphaneyi düzenleyerek hizmete sunmuş. Tatilde bir ay bu çalışmaları yapmış.
Bir gün İl’e yeni atanan vali bey birkaç kişiyle öğretmen okuluna gelerek kütüphanedeki dolapları görmüş. Bir kaçını kurmak istediği şehir kütüphanesine nakletmek istemiş.
Sıdıka hanım, “bu dolapların gömmeli olduğunu, vekâletten emir almayınca veremeyeceğini” söylemiş. Bir tartışma ortamı yaşanmış. Vali veda etmeden ayrılmış.
Vali Bey temmuz ayı başında Ankara’ya bir heyetle gitmiş. Kendisinden bahsederek ilinden alınmasını istemiş. Heyetle gidenlerden biri daha sonra Sıdıka hanıma bu durumu iletmiş. (4) Temmuz ortasında kendisi Ankara’ya giderek Akif Tuncel Beye durumu anlatmış. Akif Bey o zaman bakanın özel kalem müdürü imiş. Bakanla kendisini görüştürmüş. Bakan Bey de “Vali beye kafa tutan asi müdür sen misin?” diye sormuş. Sıdıka Hanım da “Vali beye kafa tutmak ne haddim” demiş. “Duvarlara gömülü dolaplar, kapı-pencere gibi tesisattan olduğu için söktürmeye razı olmadım” diye cevap vermiş. (5)
Celal Bey yumuşamış, “sizi Ankara’ya alalım, beğenmezsen İstanbullu imişsin oraya vereyim” demiş. Sıdıka hanım teşekkür ederek yerinde kalmayı tercih ettiğini bildirmiş.
Daha sonraki baskılar sonucunda, vekâlete yazdığı yazıda bu ve diğer durumları anlatarak, buradan alınmasıyla ilgili tayin isteğini bildirmiş. Terfian Şube Müdürlüğüne tayin kararnamesi çıkmış. Fakat bu acıyı hiç unutmamış. (6)
Arkasından öğrenciler bu ayrılışa üzüldüklerini mektuplarında manilerle dile getirmişler.
Sıdıka Avar; Elazığ, Tunceli, Bingöl yöresinde yirmi yıl çalışmış. Bölgenin çetin koşullarında efsane bir öğretmen olarak anılmış. Anılarının sonunda da;
“Ey Mastarlar’ın, Hazarlar’ın, Gölçükler’in Muratlar’ın ülkesi, Elazığ, ey bağlarında tat, dağlarında buzlu sular kaynayan yeşil Uluovalar’ın evlatları, ey Tunceli ve Bingöl’ün göklerde yarışan çetin dağları, bağrını bin bir haşeratın kemirdiği boynu bükük ormanları, ey dar zümrüt vadilerin çileli yiğit çobanları ve mert insanlar, hepinize gönül dolusu selam, sevgi ve saygılar…” diye vefalı kızlarına, biçare bacılarına seslenmiş.
“Uğrunuza serdiğim 20 senemin kahırları, dertleri, cefaları ananızın ak sütü gibi helal olsun!” diyerek anılarını noktalamış. (7)
16 Hazarin 1979 tarihinde aramızda ayrılan Sıdıka Avar’ı saygı ile anıyoruz. Huzur içinde uyusun.
Hasan OKURSOY 24 Temmuz 2020 Yelki
Kaynak; 1-Dağ Çiçeklerim, Sıdıka Avar 4.Baskı 2017 Berikan Yayınevi 2-Age. s. 30-31 3-Age. s. 38-41 4-Age. s. 320 5-Age. s. 321 6-Age. s. 328-329 7-Age. s. 404
