İZZET
- 2 Eki 2022
- 2 dakikada okunur
İzzet ilkokulda sınıf arkadaşımızdı. Her akşam yedi kişilik grubumuzda bir arkadaşımızın evine çalışmaya giderdik. Bu çalışmalarımızda evde verilen ikramları da alırdık. İzzet’in babası şoför idi. İki katlı evlerinin üst katında babası erken kalkacağı için erken yatardı. Kasabamıza elektrik yeni gelmişti. İzzetlerde elektrik vardı, fakat alt kattaki ekmek damına henüz elektrik çekmemişlerdi. Bu nedenle aşağı katta, yani ekmek damında biz kandilin şavkında çalıştık. İzzetlerde ve Osmanlarda ikramlar incir ağırlıklı olurdu. Diğer arkadaşlarımızda ve bizde ise; üzüm, kavurga, patlamış mısır ile portakal ikram edilirdi. Kandilin titrek şavkında, pek de çalıştığımız yoktu. Gannörüne saklambaç oyunu için gider veya oradan erken ayrılırdık. Şimdi İzzet yok, bir bunalım sonucunda hayatına son verdi. İyi ve mükemmel bir arkadaştı. Hatırladığım kadarı ile kulakları da iyi olsa gerek, güzel şarkılar söylerdi. Şimdi düşlerimizde kaldı izzet, düşlerimiz de kopuyor bizden, toprak ve ter kokan eski günler, bize bakar uzaklardan. Oysa o bahar aylarında okula giderken armut ağacının bir çiçeğe bürünmesi vardı, bizi sabahları beklerdi. Beyazlara bürünürdü her yan. Mevsimler erken budadı izzetteki düşleri, kuşlar da bir daha eskisi gibi ötmedi. Bir gün o acı haberi aldığımızda, soğuk vurmuş çiçeklere döndük her birimiz. Gölgelerimizde onu aradık. Sokaklar boştu, otobüs de acıları bütün yaz taşıdı durdu. Biz onu unutmadık. Nasıl unutur insan kardeşini. O kuytu ekmek damındaki kandilin titrek şavkını ve yedi arkadaşımızın yüzünü. Şimdi neredesin? Titrek şavkındaki kör kandil, gölge oyunlarını sen öğrettin bize, sabaha kalmazdı titreyen korkumuz ve paçamızdaki pıtrağın elimizdeki acısı. Karların gülümseyen yüzü, üşüyen ellerimiz, ocak başı ateşi, çabucak unuturduk kırgınlıklarımızı, kalmazdı kırağımız. Bazen bahar ile gelen yağmur sel olsa da biz kızmazdık. Bir de aşağı kıyıya giderdik bakmaya. Nagi’nin ve küçük Ayşe’nin evleri yerinde duruyor mu? Diye. Belki küçük Ayşe’yi bulsak, küçük asker şarkısını Nagi ile hep birlikte söylesek. İşte amca oğlu, şimdi sayıyorum sekiz arkadaşı, Büyük Ahmet, Küçük Ahmet, onlar da amcalarımızın oğlu. Mehmet Erenler, Osman Yıkar, Yusuf Şanlı, Hasan Birinkulu, Etem Çingir, H.Hüseyin Batak ve biz. İzzet’i çıkarmadım. Onların evde yaptım yoklamayı. Daha yoklamayı bitirmedim, fakat amca oğlu İbrahim duyurdu, Seyit Ali ile Şükrü gelmeyeceklermiş, erken gitmişler. Şimdi kederli bir öksürük söyletmiyor, diyeceklerimi. Kar yağdı üstlerine, belki karlar eriyince, gelecek baharda, bir başka anlatırım onları. Sabahları ne güzeldi, okulumuz, sınıfımız, ne güzel gülerdik güne. Rüzgara, soğuğa inat bir de yokluğa, yılmadık, şimdi nereden çıktı bu fırtına, korkarım alıp gidecek tek tek bizi de.
Bu yolun sonu da olduğunu bilmezdik Birbirimizi ne çok severdik Kadriye öğretmenimizden kalan sarı deftere Bak hüzünlerimizi de yazdık
Belki geceleri çıkarlar yol üstüne Şavkları gelir uzaktan Bir gizem bu ölüm gelmiyor giden
Şimdi uyu uyuyabilirsen Bekilli’de bir öğle üzeri Ne ocak başı kaldı Ne saklambaç oyunu Bakar küllenmiş közümüz Ne kadar üflesen parlar mı? … Fakat çocuk gülüşümüz… Şimdi dökülür avuçlarımıza Ne olur? Doldurun ceplerinizi Her gün salın azar azar O günler doldursun gökyüzünü
Gidenlere Nagi de katıldı. Gelemeyecekler bir daha. Onları rahmet ve özlemle anıyorum, unutmadım hiç birini.
Hasan OKURSOY
