GÜNLÜĞÜM;
- 25 Haz 2022
- 3 dakikada okunur
16 Haziran 2022 Perşembe;
Bugün hastanede eşimin endoskopi sırasını ve işlemlerini beklerken yanıma aldığım Feyza Hepçilingir’in “Ürkek Kuşlar” isimli kısa öykü kitabını okuyarak bitirdim.
Anlatımı ve içindeki imgeler hoşuma gitti.
“Feri sönmüş bir göz gibi parlamaya çalışan son bir yıldız kaldı gökyüzünde. Dalgalanma durdu. Gün doğuyor. Gece bitti.” Derken gökyüzündeki yıldızları da görür gibi oldum. (1)
“Yazabilse bu yeni öğrendiklerini… Yazılabilir mi? Derin ve engin sularda çırpınan boğulmakta olan insan yazabilir mi? Dağ başında ışıksız, yemeksiz, kurtlar tarafından parçalanacağını bilen ve bunu bekleyen insanın yazabileceği nedir?” Gibi satırları da farklı idi. (2)
“Babamın eskisinden bozma paltomun ceplerine sokmuşum ellerimi, buhar üretmenin keyfini yaşıyorum. Her yan puslu, her yan don. Ağzımdan çıkan soluk, buhar oluyor. Gözle görülebilir buhar. Yaşasın, ben de başarıyorum işte.” Diye yazdıkları benim ilgimi çekti. (3)
“İzmir’den, Manisa’dan gelen onca insan şıldır şıldır denize girerken, pencere perdelerinin ardından baktı Binnaz’ın ve Halil Kaptan’ın kızları. Babaları uyudukta, gece girdiler denize. Kimse görmesin, gören de tanıyıp babalarına söylemesin diye. Üç kız denizin karanlığına karışıp gözden yittiğinde kızlarımı bana bağışla, diye denize yakarırken, iç odadan Kaptan’ın soluklarını dinledi durdu.” Diyen satırları okuduğumda “denizde kızları mı? Kayıp oldu” diye düşündüm ve üzüldüm. (4)
Feyza Hanım, Ayvalık doğumlu, Yüksek Öğretmen Okulu çıkışlı edebiyat öğretmeni. Öyküleri, dil üzerine yazıları ve romanları ile tanınmış bir yazar. Gönül Ak ile 5 Kasım 2014 tarihinde yaptığı bir söyleşide “Öyküyü öykü yapan dil işçiliğidir. Öykü ve şiir hata kaldırmaz.” Demiş.
Feyza Hanım, bir dil ustası, öykü ve şiirlerinde bu durum anlaşılıyor
Eve gelip bu satırları yazdığım sırada internet ortamında bulduğum yazıları ile hakkında yazılanları da okudum. Edebiyat dünyasında hak ettiği farklı bir yerinin olduğunu daha iyi anladım.
2018 yılı Dünya Öykü Bildirisini de yazan Feyza Hanım “İlk kez yağmur çizmesi giyen yaşlı kadının, kimse görmüyorken yolu üstündeki su birikintisinin tam ortasına basıvermesi, üstüne başına sıçrayan çamurlu sular, zamanında o sevinci yasaklayanlara karşı atılmış bir kahkaha olduğu kadar, anlatılmayı bekleyen, ertelenmiş bir çocuk sevinci de değil midir?” Diye yazdığı satırlar da beni büyüledi.
Bildirinin devamında “Her öykü okura, kendisini sunar aslında. Öykü, insanı alır; duygular, olaylar, olgular, kırılmalar, acılar, sevinçlerle kanatlandırıp yine kendisine vardırır. Boyalı saçlarıyla kaçan gençliğinin peşinde koşan da okurdur; bangır bangır bir otorite hevesinde olan da. “O ayakkabılar kaç para? Haberin var mı?” freniyle bastırılan çocuksu isteğin fışkırttığı çamurlu suları hissetmez olur muyuz? Okura bunları anımsatan, yeniden yaşatan, bazen bir anıyla, bazen bir rüyayla buluşturan, kimi zaman yaşanıp yaşanmadığı kestirilemeyen sisli puslu bir hayale dönüştüren ise dildir. Bembeyaz bir sayfadaki yazıların boğazımızda oluşturduğu yumru, tomurlanıp dökülüveren iki damla gözyaşı, kasılıp kalan beden, birden çöken karanlık, nereden geldiği belli olmayan bir yasemin kokusu hep dil sayesinde duyurur kendini.” Derken bir dil ustası olduğunu ortaya koymuş.
“Öykünün çıktığı yerde de insan vardır; ulaştığı yerde de. Herkeste ayrı ayrı yaşayan hep aynı insandır belki de. Yalnızca kendisini anlattığını sanan yazarın, aslında bütün insanları anlatması gibi, daima başkalarını anlattığını sanan yazarın anlattığının hep kendisi olması bundandır. Çünkü insan bütün halleriyle öyküdür; öykü bütün halleriyle insan.” Diye Öykünün çıktığı yerin insan olduğunu söylemesi bildiride kalıcı ve farklı bir imge olarak yer almış.
Hüseyin Kaya, Feyza Hanım ile yaptığı bir söyleşide “İlkokul öğretmenimi hep rahmetle anarım. Benim pek de farkında olmadığım durumu ve koşullarımı bildiğinden beni kendi çocuklarından ayırmazdı. Kızlarına aldığı dergileri, kitapları okumam için bana da verirdi; evinde tatil yaptığım bile olurdu. İlk yüreklendirme ondan gelmiş olmalı. Daha ilkokuldayken beni günlük tutmaya özendiren de oydu. Başka kim olabilirdi ki zaten? Ortaokuldaki Türkçe öğretmenim de çok sevecen bir kadındı. Bu bakımdan da kendimi şanslı sayarım. Yazdığım hemen her kompozisyonu sınıfta okutur; takdirlerini yüksek sesle sunmaktan kaçınmazdı. Yazar olmaya karar verişim o yıllardadır. Doğduğum tek katlı, bahçeli eve sokaktan bakıp, ansiklopedilerde ‘yazarın doğduğu ev’ diye bu evin fotoğrafının yer alacağını hayal ettiğimi yıllar sonra anımsadım. ‘Tüh, keşke daha güzel bir evde doğsaydım.’ diye hayıflandığımı da. Yazarlık hayalini o zamanlar bile kurarmışım demek.” Diye söylemiş ve kütüphane ile dostluğunu da “Talatpaşa Caddesi üzerinde, eski bir binanın ikinci katında, tahta tabanlı, sobayla ısıtılan, ev sıcaklığında kütüphaneyi keşfedince hazine bulmuş gibi sevinmiştim. Buradan alarak okuduğum kitaplar arasında beni en çok etkileyen ‘Küçük Kadınlar’dı. Ortaokulda daha şanslıydım. Kendimi her yıl kitaplık koluna seçtirmeyi başarıyor; okul kütüphanesindeki tüm kitaplara ulaşma şansını yakalıyordum. Bu yıllarda okuduklarım arasında bende en çok iz bırakanlar ise John Steinbeck’in kitapları oldu.” Diye sorusunu cevaplamış. (5)
Sanırım tüm yazarlarda, ilkokul ve Türkçe öğretmenlerinin yeri farklı oluyor. Gelecek yaşamlarında bu öğretmenlerinin izi onlarda görünüyor. Feyza Hanımda da bu böyle olmuş ki söyleşide bunu dile getirmiş.
Hasan OKURSOY
Yelki

Kaynak;
1-Feyza Hepçilingirler, Remzi Kitabevi, 4. Basım-1999 Sabişi öyküsü s.23.
2-Age. Sabişi öyküsü, s.30
3-Suçluyum Babama Karşı öyküsü, s.72.
4-Yaşlı Deniz Tanrısı öyküsü, s. 82.
5-Hüseyin Kaya, Rahatı Kaç(Ir)An Ağaç; Feyza Hepçilingirler, Feyza Hepçilingiler’in web sitesi, (www.feyzahepçlingiler.com-Söyleşiler 2)