top of page

GÜNLÜĞÜM;

  • 25 Eyl 2022
  • 2 dakikada okunur

22 Aralık 2006 Cuma;

Dün yılın en uzun gecesi ve gündüzü idi. Bu sabah ise saat 5:00 de uyandım. Tıraş olurken eşim söylendi “daha erken” diye Yelki’den Güzelyalı’ya torunuma bakmak için otobüse yetişmek istiyordum. Yola çıktığımda rüzgar sanki yüzümü ısırır gibi sertti. Mezarlık kıyısı, yol da ıssız ve ürkütücü idi. Durağa vardığımda kimsecikler yoktu. Otobüs erken geldi, duraklar tenha olduğundan otobüs fazla dur-kalk yapmadı ve yarım saat içinde güzel yalıya vardım. Cep telefonumdan eşime durumu aktardığımda; “sabahları otobüsler hızlı gidiyor” diye beni onayladı. Torunum Kuzey bu saatlerde henüz uyanmamış olduğundan, onu uykusunda seyretmeyi de çok sevdim. Eşimden ayrılırken “Kuzeyi sen göremeyeceksin” diye de hava atarak evden ayrılmıştım. Kuzey uyurken fırsat bu fırsat dedim ve kızımın kitaplığından Mina Mungan’ın “Bir Dinazorun Gezileri”adlı kitabı aldım ve okumaya başladım. Evet; Mina Mungan gezilerini o kadar güzel anlatmış ki, insan kitabı elinden bırakamıyor. Aslında kitabın 48.baskısının önsözünde yazar “Çok saf bir insan olduğum için, çok şaştığım oldu bugüne dek. Ama ‘Bir Dinazorun Anıları’nın çok satan kitaplar listesine girmesine, bilmem kaç baskı yapmasına afalladığım kadar hiçbir şeye afallamadım bu uzun ömrüm boyunca. İngiliz edebiyatıyla ilgili zararsız kitaplar yayınlayan bir kocakarı, sekseninden sonra ortaya çıkıyor. “Ben zenginleri hiç sevmem” diyor, “yaptığı iş ne olursa olsun, herkesin eline aynı miktarda para geçmeli” diyor. Kocakarı, toplumumuzun damarına basacak bu türden laflar ediyor boyuna. Buna karşılık, kadın veya erkek, genç ya da yaşlı, çok kitap okumuş ya da çok az kitap okumuş bir yığın insan, o kocakarıya telefonlar ediyor, mektuplar gönderiyor. Kendilerini onunla özdeşleştirip, ‘biz de tıpkı sizin gibiyiz' diyorlar. “Bütün bu düşündüklerimizi, siz açıkça yazdınız' diyorlar. "Yolumuzu aydınlattınız' diyorlar. “Bunları yazdığınız için size teşekkür ederiz' diyerek. Daha çok yaşayıp daha çok yazması için dualar ediyorlar bir dinsize. Oysa ben, bu anılarımın ikinci bir baskı bile yapmayacağını, kitabımı çok az kişinin okuyacağını; okuyanların da, günümüzde benimsenen bütün değerlere böylesine saldıran bir dinazoru yerin dibine batıracaklarını sanmıştım. Akıllara sığmayacak kadar şaşırtıcıdır bizim insanlarımız.” Diye yazarak, kendisine ulaşan görüşleri kendisi de şaşarak anlatmış. Halbuki kitap harika, her insan bazen ona kıbde ile bakıyor, onun cesaretini ve içtenliğini kendisi yapamadığı için onu kutlamak istiyor. Daha ilk sayfada ”Küçük mutluluklar denilen şeyleri doğru dürüst değerlendirmesini bilirseniz, bunların aslında büyük, hem de çok büyük mutluluklar olduğunu anlarsınız, Örneğin, bütün bir yaz gününü, Anadolu yollarında toz toprak içinde külüstür bir otobüste geçirdikten sonra, akşamleyin küçük bir kıyı kasabasına varmışsınız. Ucuz bir pansiyonda soğuk bir duş yapıp, kumsaldaki kır gazinosuna gidiyorsunuz. İki ayağınız suya değecek biçimde masanızı denize doğru çekiyorsunuz. Garson, beyaz peynirinizi, kavununuzu ve rakınızı getirdikten sonra, hiç kimse görmeden usulcacık ayakkabılarınızı çıkarıp, bütün gün sıcaktan pişen ayaklarınızı bileğinize kadar serin denize sokuyorsunuz. Ve güneş karşınızda batarken rakınızı yavaş yavaş içiyorsunuz. Sorarım size, büyük bir mutluluk değil mi bu küçük mutluluk ?” diyerek de içimizdeki hasretlerimizi, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımızı yazdığı için bu kitabı insan elinden bırakamıyor. Devam ediyor “...Zaten yaşlandıkça aklınız başınıza geldiğinden, büyük mutluluklar peşinde koşmak budalalığından vazgeçtiğiniz için, bu küçük mutluluklar gittikçe daha önemli bir yer tutar yaşamınızda. Küçük mutluluklar, ağır hastalıklarda tüm antibiyotiklerden daha etkileyici bir ilaçtır.” Derken de, bir gerçeği kalıcı olarak vurguluyor.

Hasan OKURSOY



bottom of page