top of page

GÜNLÜĞÜM;

  • 14 Tem 2022
  • 3 dakikada okunur

9 Temmuz 2022 Cumartesi;


Bugün bayram, eşim endoskopi operasyonu sonrası yükselen CRP nedeniyle hastanede kaldı. Kıbrıs’tan kız kardeşi de kendisini görmek için geldi. Onları hastanede bırakıp torunum Kuzey’in ısrarı ile kahve içmek için evlerine gittim.

Torunum, Rifat Ilgaz’ın sahafta bulduğu bir kitabını almış. Kahveleri içerken bu kitaptan iki öykü okudu. Bu öyküler çok hoşuma gitti.

Eylül-1988’de basılan kitabın boş sayfalarına, sınıf mümessili Aylin hakkında arkadaşları, güzel yazılar yazmış.

Sanırım; 1990 yılı sonunda, arkadaşları bu kitabı almış ve yılbaşı öncesi Aylin’e hediye olarak vermişler.

Rıfat Ilgaz, toplumdaki zıtlıkları ortaya çıkarmanın en iyi yolu olarak gördüğü mizahı, öykülerinde ustaca kullanmış. “Nerede O Eski Usturalar” öykü kitabında yirmi dört öykü var. Torunum bu öykülerden “Nerede O eski Usturalar” öyküsü ile “Volter Ne Demiş” öykülerini okudu.

Bu güzel öyküler hoşuma gitti. Rifat Ilgaz’ın güzel anlatımı ve sürükleyici dili benim bir daha ilgimi çekti.

Torunuma “Kitabı bitirince bana da ver, diğer öyküleri okumak isterim” dedim.

Ayrıca; Torunuma, kitap fuarında Rifat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz ile tanıştığımı ve babasının iki kitabını bana imzaladığını, babasının edebiyatın her türü ile eserler verdiğini belirttiğini söyledim.

Birde geçmişte yazdığım bir günlüğümden bahsettim.

Bu günlüğümü de WhatsApp’tan torunuma gönderdim.

“23 Ağustos 2013 Cuma;

Amcaoğlu, sana günü anlatmanın, neresinden başlayayım, bir dostla sabah kahvesi içerken, telefondaki sesini mi? Sahaftan aldığın on yedi kitaptan birinin arasında unutulmuş, sararmış bir kağıttaki şiiri okumaya başlamanı mı? Sesindeki sıcaklığı mı? Köyde 2500 kitabım var diye o mütevazı söyleyişini mi?

Şairin ismini verdin. “Hüssa Ağ” mış bizim şairin adı. Artık bizim şairimiz oldu o. Belki dünyadan göçmüştür, yakınları bıraktığı bu kitapları sokaktan geçen eskiciye satmıştır.

En büyük korkum, ben öldükten sonra kitaplarımın eskiciye verilip sahaf raflarında görünmesidir. Fakat bu üzüntümün de güzel bir yanı, kitaplarımın bir okuyana ulaşma ümididir.

Bir de okunmadan SEKA’ya gönderilme durumu doğarsa o zaman kahrolduğum günün bir başka resmidir. İnan bunu düşünmek bile benim için ölümdür.

Telefonda sana “amcaoğlu o şiirin bir fotokopisini al, köye gelince senden alırım” dedim.

Günlüğüme o şiiri yazarak yayılmasını istedim. Şairin yazdıkları unutulmasın, bunda da bizim katkımız bulunsun diye düşündüm.

Köyümüzü anlat, oralardaki bağ bozumundan, etli bulgur aşından. Derelerimize inen akşam karanlığından, seslerin bir yakınlaşıp uzaklaşmasından bahset.

O çocukluğumuzun sessizliğinden, sokulup sonra geride kalan yalnızlığımızdan, onlara dokun da birlikte gezdir çocukluğumuzu o sokaklarda amcaoğlu.

O muşmulayı anlat, hala sorarsın diye korkuyorum, bulup dikemedim bahçemize.

O muşmuladaki anılarımızı, közler sönmeden yine anlat amcaoğlu.

Amcaoğlu seninle hep övündüm. Köyümüze yıllar sonu dönüp, anılarını yeşerttin. Onları gülümsetip durdun.

Neydi bu? İçimize düşen yağmur sonu ebemkuşağı mı?

Nedir bu? Çocukların “Ce..ee” diye bağırıp kaçan kıpırdayışları mı ?

Sanki dün gibi “amcamın dam yapmak için kazdığı toprağın kokusu”.

Bekilli düşleri, Bekilli’de ne bulduk ki, söyledikçe bizi bu kadar oyalar. Girdabında ne bulduk ki yalnızlığımızda bizi yüreğine bağlar.

O çocukluk anılarımız bizi mıknatıs gibi çeker.

O yoksul günlerimizi sanki hiç yaşamadık. İşte etli bulgur aşının tadı o bağbozumundan, damağımda kaldı. Beni, bu ağustos ayının tam ortasında, öğle üzeri söyletip durdu.” Diye yazdığım bu günlüğümü amcaoğluma da göndererek onun da bayramını kutladım.

Akşam amcaoğlum aradı, gönderdiğim günlüğü çocuklarına, torunlarına okumuş, çok mutlu oldum. Yine telefonda geçmiş günleri anlatıp durduk. O günlerin sıcaklığı ile avunduk.

Rifat Ilgaz, Hababam Sınıfı ile tanınır. Oysa altmışa yakın kitabı vardır. Oğlu Aydın’ın söylediği gibi şiirden romana, öyküden tiyatro oyununa ve anı kitaplarına dek pek çok kitap yazmıştır. Beş buçuk yıl yazdıklarından dolayı hapiste yatmıştır. Eğitim sistemimizi, Hababam Sınıfında mizahı da içine katarak eleştirmiştir. Yaşadıklarını şiirlerine ve yazdıklarına yansıtmıştır. Yazdıklarında toplumcu bir tutum, mizah vardır, insanca yaşam vermeyen ekonomik düzeni hep eleştirmiştir.

Şiirlerinde de kendi derdinden çok toplumun, insanlığın sorunlarını ele almıştır, savaşa karşı durmuştur, yoksul insanların sesi olmaya çalışmıştır.

Türkiye’de muhalif bir yazar, çizer olmak zordur. Bedelini ağır öder. Rifat Ilgaz da bu bedeli ağır ödemiştir. Hapislerde yatmış, verem olmuştur.

Bir şairi ne kadar anlatırsan anlat, onun yazdığı şiirler onu farklı anlatır. Senin anlattıkların onun şiirinin altında kalır.

Bu nedenle günlüğümü yazarın “Şiirde” şiiriyle bitirmek isterim


“Önce şiirde sevdim kavgayı

Özgürlüğü kelime kelime şiirde.

Mısra mısra sevdim yaşamayı,

Öfkeyi de, sevinci de…

Senin ışıklı günlerin,

Benim iyimser dostlarım

Hepsi hepsi şiirde.

Ne varsa yitirdiğim…

Bütün bulduklarım şiirde.

Kafiyeden önce gelen

Sevgilerimiz mi sade,

Sürgün de var

Hapis de.”


Yazarımızı saygı ve özlemle anıyoruz. Huzur içinde uyusun.

Hasan OKURSOY




bottom of page